30 Ağustos 2009 Pazar

git ve kafani toparla

Belki bir seneden fazla bir zamandır görüş(e)mediğim arkadaşıma gittim. Eskiden gelsin diye yolunu gözlediğim ya da ben yanına gidebileyim diye vakit kolladığım bir insan bu. Defalarca geceyi kah konuşarak kah gülüşerek ya da benim ağlak onun azarlar hali ile sabaha bağladığım biri. Bu sefer öyle olmadı işte. Sustum, bir şey anlatamadım, çok cılız gülüşme oldu, ağlak değildim ama onu biliyorum, uykuya da yenik düşmedim basbaya bilerek ve isteyerek uyudum. Sabah benim ağır bir travmada olduğum, çok düşündüğüm, kurguladığım ve böyle çok fazla yaşayamayacağım sonucuna varmıştı. "Yazık!" dedi. Bir sigara içimlik süre kadar yerimden kalkamadım, dolaba, pencereye, perdeye, tavana, parkelere baktım. "Ne düşünüyorsun?" diye sorduğunda "eve nasıl gideceğimi" diyebildim. Aşk acısı çektiğimi, yine yanlış bir adamı sevdiğimi, aşık olduğumu, bir an bile onu düşünmeden duramadığımı, onu çok özlediğimi, göremediğimi, dokunamadığımı, ondan sebep sürekli saçmaladığımı felan söyleyemedim. Zaten sebep ne olursa olsun bir acı çektiğim konuşma ve hareketlerimden anlaşıldığı için söylememe de gerek yoktu hani.
Dengesiz bir şekilde konuşuyor dengesiz bir şekilde hareket ediyormuşum. Aşk değil miydi bu ya? Aşk bir dengesizlik işi değil miydi?
Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'ni okuyorum. 290. sayfasına geldim ve her sayfa atlayışımda Kemal gibi olmaktan korkuyorum. Sanki değilmişim gibi, saplantım felan yokmuş gibi. Tamam, onun kadar olmasa da az buçuk yakınım. Eşyalara bağımlılığımı 9 ay önce bırakma kararı almış ve yıllarca biriktirdiklerimi bir çırpıda atmıştım, atmak zorunda kaldım da denebilir aslında. Şimdi de çok kurtulmuş değilim işin gerçeği. Kemal gibi ben de hala bana "o an"ı hatırlatsın diye birşeyleri saklar dururum. Orama burama sürmüyorum ama. Adam kızın kullandığı cetveli bile ağzına soktu be.
Orhan Pamuk mutluluk için şöyle bir şey yazmış; "Mutluluk, insanın sevdiği kişiye yakın olmasıdur yalnızca". Bu cümleyi okuyunca şöyle bir kendime baktım, sanki mutsuz olduğumu yeni farketmiş gibi "evet, mutluluk insanın sevdiği kişiye yakın olmasıdır" diye Pamuk'u doğruladım.
Karıncalardan nefret ediyorum ama beni inatla yalnız bırakmadıkları için onları tebrik ediyorum, tebrik ederken telef ettiklerim için yaradandan tabiki af diliyorum.

Buralar Aynı, Ben Aynı

İnsan, yetiştiği, büyüdüğü, yaşadığı coğrafyaya benziyor. Ya da benzemiyor da, ben kendimden hareketle genel üzerinde konuşuyorum, bilemem. Bilhassa kafa kağıdı eskidikçe, ben daha çok uyuyorum buraların deresine, tepesine, izohipsine, bitki örtüsüne...

Eskiden bir engel duruyorsa önümde, yüksek debili nehirler gibi kırıp yıkıp geçmek isterken, şimdi engelin etrafından dolaşıp zig zaglar çizip Menderes gibi kıvrılmak, daha az yorucu geliyor.

Bir taraf Babadağ, bir taraf Sazak'ken, ikisi arasındaki incecik bir kayanın üzerinde oturduğumu, kayanın altının fokur fokur termal kaynaklar olduğunu daha bir ciddi düşünüyorum. Aman bir sarsıntı, zelzele olmasın da, haşlanmayayım diye tetenek tetenek tünüyorum.

Kar bile Babadağ'a yağıyor da, soğuğunun tasası dümdüz ovada bana düşüyor. Yel karlı muhitten estikçe elin memleketinin soğuğu kemiğime kemiğime giriyor.

Bir şeyi yeşertip büyüteyim desem, ulaşabileceğim maksimum nokta maki! Asırlık çınarlara öyküne öyküne, taş çatlasa adam boyu oluyor benim zeytinler. Ömrü de çapı nispetinde haliyle.

Ben burada kaldıkça buraya benziyorum. Bu benzerlik beni günden güne rahatsız ediyor mu, evet! Bir punduna getirip kaçsam hani, gittiğim memlekete benzer miyim, bilemem! Nereye gitsem de, nerelere benzesem, hiç bilemem!

29 Ağustos 2009 Cumartesi

ey icine ettigim ask


Eski eski aşkım evden çıkarken şu söz geldi aklıma: "her aşk bitermiş". Dedim böyle bir şarkı vardı sanki. "Her aşk bitermiş birgün bildim" diye buldum kendisini. Candan Erçetin söylüyormuş. "İyi değil bu yalnızlık" diyor. İyi değil. Bu yalnızlık iyi ve sağlıklı değil. Ben kafayı yeme noktasındayım. Ne sondayım ne sona yakınım ama başlangıçtan da uzaktayım. Bulunduğum koordinatı tarif edemiyorum. Hani bundan 1 ay önce havadaydım ya, işte hala havadayım ama malesef yönüm belli değil. İniş yapacak herhangi bir yer bilemiyorum, bulamıyorum. İşin aslı bulmakta istemiyorum. Sanki ben böyle havadayken bir türlü R'ye giremeyen vitesim R'ye girecek gibi. Girmeyecek o vites farkındayım ama aptal içte büyütülen umut işte.
Şükür içte kendi kendine büyüyor şu an. Dışarıya verdiği ufacık filizi kırınca tekrar içe döndü kendisi. Kökü böyle böyle çürüyecek diyorum ama hep kıracak halleri yok ya dalını budağını.
Ya içimde kocaman olursa, bütün içimi kaplarsa? Ben alışık değilim ki buna. İçimde çok şey besleyemem ki ben. Ne varsa söylerim, ne hissediyorsam derim, saklayamam ki.
Saklama denemelerimin 4. günün de felanım herhalde. Daha fazla da dayanamayacığımın da ne yazik ki farkındayım. Kopma noktasındayım. Tutunduğum o otsu bitkinin tam kopuş anındayım gibi. Çok yalnış zamandayım. Yapayalnızım.
Daha 2 hafta önce "Yalnızlık en güzel şey" diyen benim dilimdi, benim ağzımdı oysa. Güzel, güzel olmasına güzel ama böylesi değil. Yapayalnızlık değil güzel olan. Yalnızkken apansız gelişen olaylar güzelmiş güzel olan. Yalnızlık değil. Bunun farkına 6 sene sonra varmıyorum. Biliyorum bunca senedir kaç zaman böyle geçtiyse bu da geçecek elbet.
Seninle bir konuşsam şiir gibi konuşasım var, methiye tadında, neyini methetceksem. İşte methiye düzme ihtimalim şu an tavan yaptığından ve methedilecek bir yanın bulunmamasından hepsinin yalan kaçacağından vs. hamuşa yatasım var.
Bir frenim çalışsa ben seni çoktan bulurdum.
*Bu gece tekrar yazma ihtimalim var, affola..

28 Ağustos 2009 Cuma

Hep Aynı


Sırlarımı dedikoduya,
Sevgimi korkuya,
Sırtımı bıçağa verdim.

Sen üzülme!
Hayallerim zaten yoktu,
Bu yüzden yıkılmadım.
Bakışlarımın ardı boştu,
Ondan ağlamadım.

Lütfen kızma bana,
Alıştırılmıştım.

Darben,
Bu darbeler ülkesine
Yeterince yakışıyordu!

23 Ağustos 2009 Pazar

akli kacik

Üye olmamama rağmen birçok alışveriş sitesinden mail alıyorum. Vitrinine sadece o güne özel ürün koyan siteler favorim. İlk başta bu mailler gelmeye başladığında bakmadan siliyordum. Sonradan kaptrdım kendimi, bugün ne saçmalamışlar diye bakmadan geçemiyorum. Neler var neler. Raket şeklinde sinek öldüren alet (sincozz adı), sineksavar anahtarlık, masaj yaptığı iddia edilen g.tten bacak nesne, koku gideren metal sabun.. Çoğu ucuz şeyler ama gel gör ki bazı şeyler var ki kullanılış amacına anlam veremediğim gibi uçuk kaçık fiyatıyla da beni şaşırtıyor.
Her gün bakmama rağmen bir kere olsun alışveriş yapmışlığım yok. Kendime uygun bir ürün bulabilmiş değilim. Havuz başına mı gidiyorum da havuz başındaki eşşek arılarını kaçıracak anahtarlıktan alayım?
Ne olsa alırım diye şöyle bir düşündüm. Mesela anahtarlık satmaya bayılan şu sitelerden biri "dikkat etrafta p.ç var!" anahtarlığı yapsa kesin alırım. Barda cafede işine yarar, p.çi anlayan sensörler sayesinde öter titreşir sen de gardını alırsın. Nasıl yaparlar bilmiyorum ama alkol ölçen saat, kolye, küpe felan yapsınlar da ertesi gün "o son tekilayı içmeyecektim!" sorunu yaşanmasın. Yüzük yapsınlar, adamla el ele tutuşunca eğer evlenmeycekse adamı çarpsın.
Güzel şeyler bunlar, işe yarar şeyler en azından. Hatta hayat kurtaran ürünlerde denebilir.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

sakat kafa


Wory ile kapattığımız kaçıncı konu bu, kaçıncı konuştuğumuz yanlış insanlar? Ama bu sefer ki tamlama şapşahane: "sakat kafa".
Peki, karşıdakinin kafası sakat da bizimkisi çok mu sağlam? Sağlam olsa iki gülen yüz, iki hoş çift söze uyuşur mu bu beyin? Uyuşuyorsa bizde de bir sakatlık var gibi. Hani sormuştun ya bir gün Herakleitos'a aynı suda kaç kere yıkanılır diye, sakatlık geçip kafa düzelene kadar el mecbur yıkanılır galiba.
Benim içim içime sığmıyor. Hayır, bir şey olacağından değil, ama iyi bir şey olmasını deli istemekten, beklemekten. Dışıma bakarsan içimden bir haber kendisi. Gören olsa az sonra ölecek izlenimi verebilirim ama dediğim gibi içim öyle değil.
Hadi bir şey olsun, güzel bir şey olsun, deli bir şey olsun! Şu saatte olacak iş değil ya yine de olsun!

Eksik



"Gel, bir seyler yap bizi kurtar,
Ortada aşktan bir gerçek var!..."

Aşktan başka nasıl bir gerçek olabilir ki diye düşünüyorum. Bu kadar soyut olup da, hücrelerime kadar işleyen? Her aldığım nefesi manaya büründüren? Beni sen eden?

Gittiğinden beri gittiğine alışmamaya çalışıyorum. Sensizliğe alışmaya korkuyorum. Sen gelmeden önce nasıl bozkırsa hayatım, onun iki katı kurak şimdi. Eksik. Sensizliğin en iyi kelimesi eksik. Tanrı ruhumuzu bir üflemiş de bağıra bağıra ayrılmışız gibi. Mütemadiyen çekilen acı gibi.

Sana çıkan yollar patika hep Tanrı'nın arterlerinde. Yürüyorum yürüyorum...
Topluyorum, çıkarıyorum, bölüyorum...
Netice: eksik!

syntax error

Hesap peşindeyiz. Hem de herkes. Yapmıyorum diyen yalan söyler.
Sadece çoğumuz hesap yaparken sadece toplama çıkarma çarpma bölmeyi kullanıyoruz. Çok daha hesapçılarımız ve hakkaten hesaplarında başarılı olanlarımız ise karakök alıyor, çarpanlarına ayırıyor, üssünü buluyor, logaritmayı kullanıyor, 4 bilinmeyenli denklemler yaratıyor, polinomu da işin içine katıyor.
Asla böyle bir insan olamadım. Hala 9'lu çarpma işlemlerinde 10 parmağımdan yardım alırken hem matematik hem de insan ilişkilerinde başarısız oldum. İşyerinde de en sevdiğim alet hesap makinası zaten. Hatta bilgisayardan daha fazla seviyorum çoğu zaman. Hem pratik hem mobil. Cep telefonunda da en sevdiğim özellik önce alarm sonra hesap makinası. Ama çok sevmek hesapçılıkta başarıyı getirmedi. Çünkü ben basit hesapçıyım.
Basit hesapçılar kötüdür, misal ben. Çünkü hem hesap yapacaz diye oramızı buramızı yırtarız hem de hesabımız hep yanlış çıkar. Zamanında almış olduğum bilumum matematik ve geometri derslerinde karnımın gurultusunu değil de hocamın sesini dinleseydim ben de başarılı bir hesapçı olabilirdim belki. Yok napacakmışım ben fonksiyonu hayatımda da gidip fonksiyonla mı alışveriş yapacakmışım. Bak gör şimdi fonksiyon ne demek, bilseydin ne fonksiyonel şeyler olurdu hayatında.
Bir de bazılarının kafası hakkaten sözeldir. Böyle de olabiliriz, tek sakıncası karşımızda sayısalcı birisi varsa o hesap ile meşgulken sen tutar ona şiir okursun, onun hesabı tutar senin şiir yatar.
Nitekim öyle de oluyor. Sen güzel birşey söylediğini sanarken karşındaki çok fonksiyonlu hesap makinesine hariçten gazel gibi geliyorsun.
Kendimi hep sıfırla çarpılmış ve sıfır kazanmış gibi hissediyorum. Sonuç sıfır olunca etkisiz eleman olarak hayatına devam ediyorsun. Azcık 1'e gitse ibren, etkilemeye başlıyorsun ama tekrardan sıfırla çarpılıp olduğun yerde kalıyorsun. 10 numara insan olsan bile seni sıfırla çarpmak isteyen birisi varsa karşında boşver hiç çabalama.
Matematikte zaten bir 0'ı bir de sonsuzluk kavramını sevemedim gitti. Benim algım 1'den sayabildiğim sayıya kadar kardeşim. Yoklukla boşlukla doluyum zaten. Belki azıcık kendimi anlasam o konuları da çözerim ama anlayamıyorum işte.
Gerçi kendimi geliştirmek yönünde bazı şeylerin olduğunun farkındayım. Mesela kurgularımda kimi zaman kurduğum 2 bilinmeyenli denklemleri zaman alsada çözebilmişliğim var. 3 bilinmeyenli denklemlerde cevaba bir yaklaşık gelsem de 4 - 5 bilinmeyenli denklemlerin çözümünü bulmayı bırak kurarken bile s.çıyorum.
Hesapçı kitapçı olmalıyım, bunu anladım ben şu ahir hayatımda. Hesabını kitabını bilen tonla yol alırken ben bir arpa gittiğim yola bakıyorum. Ömür geçiyor. Artık ne matematik öğrenebilecek kadar gencim ne de basit hesaplarla uğraşacak kadar vaktim var. Direk uzay matematiğine dalmalıyım ki kalan hayatımı mutlu mesut geçireyim.
Bir de bana diyorlar ki "hayat sana güzel!". Onların gözüyle baktığımda evet, hayat gerçekten bana güzel. Belki gerçekten güzel. Düşündüm de hakkaten güzel :) Ama o zaman niye dışı seni içi beni yakar? Çok mu düşünüyorum? Çok mu koyveriyorum? Ben nerde yanlış yapıyorum da güzelliği ve güzelliğimi göremiyorum?
*Burası benim bloğummuş meğer.

20 Ağustos 2009 Perşembe

2 dk dusunmeden gecmezken

Aşığın gönlü çok yüce. Ne olursa olsun sever çünkü. Sevmekten vazgeçmez. İtilmek, istenmemek, geri çevrilmek, süründürülmek, sevgiden saygıdan nasibini alamamak dahi onu aşık olmaktan vezgeçiremez. Oysa aşık hiçbirini hakketmez, görüyorsa da bir eziyet sözkonusu demektir. Ama bu eziyeti yalnız aşık olan anlar ve aşık olan aşkına aşık gibi davranır.
Eziyeti kim sever, kim ister? Körü körüne aşık kimse bile istemez ama katlanır. Aşık her şeye katlanır. Gerçekten kördür, aşkından kör olmuştur.
Körüm ve eziyetin alasını görsem de katlanıyorum. Bitti desem de seviyorum. Vazgeçemiyorum. Unutamıyorum. Unut denilse de yapamıyorum, kendi kendime bunu desem de kulağımın birini hep açık bırakıyorum. Sevmekten, aşkımdan vazgeçmek istemiyorum.
Diğer yandan s.ktir lan ne aşkı diyorum. Sen ota b.ka böceğe aşık olma potansiyeline sahip bir mahluksun. Çünkü için boş, beynin boş, kalbin boş, koccaman boşluksun. Yuları tutulmazsa bayır bayır dolaşırsın.
Yazık ki kendime bunları diyorum. Sebebi ayrandan olma gönlüm değil. Bu bambaşka birşey, aşksız yaşanmaz gibi birşey.
Yaşanmamalı aşksız. Sevgisiz kalmamalı hiçbir insan. Karşılıksız olsa da aşk vücuda bahar gibi, hem de iki türlüsü aynı anda. Hüsranı bile bir yerde güzel aslında. Sonra bu işin yazı var kışı var. Aşıksan yazın ferah olursun kışında sımsıcak. Değilsen mevsimsizsin. Her günün bir gün öncesinin aynı, mevsim dönmeyen türden. Havan değişmez, ne soğuğu hissedersin ne de kışı. Sanki kapalı bir yerden hiç çıkamıyor, her türlü yalıtılmış bir ortamda yaşıyor gibi olursun.
Üzülüyorum duygularından arınmış insanlara. Kabul etmiyorum gerçi bir insanın duygularından arınmış olabileceğini. Bu gerçekse genel geçer değildir nazarımda. Duygularından arınabilir mi hiç bir insan? Hiç mutlu olmaz mı? Üzülmez mi? İçi yanmaz mı? Nefret etmez mi? Sevmez mi? Nasıl engel olabilir sevinç kahkalarına ya da nasıl tutar mutsuzluk gözyaşlarını? Gülümsemesi bile yalan demez misin sonra? Dersin. Asla güvenmezsin o kişiye eğer duygularından arındığına inanırsan. Ben inanmamıştım. Eziyet etmeye vuruyorum bu söylemi. Biri sana aşıkken sen geçip de karşına duygularından arınmış insan taklidi yapıyorsan, göz göre göre o insana eziyet ediyorsun demektir. Ne hakkın var diye sormuyorum? Sadece bir gün aşık olup karşısına kendisinden daha gerçekçi duygularından arınmış taklidi yapan birisini diliyorum. Bedduaysa bu yatsın kalksın şükretsin bu lafıma, böyle olursa en azından aşık olduğunu anlar, azıcık içinde insanlığa dair birşey yeşerir ve belki hatasının farkına varır.
Doğrusu karşıma çıkmadan gidip yine yanlış birisini seveceğime son yanlışımla biraz daha avunayım dedim. Yularımı karanlıkta ve boşlukta bir yere bağladım. Ne biri tutsun ne boşta kalsın. Yoruldum artık koşmaktan. Usandım yanlış adamlara hakketiğinden fazlasını vermekten. Ben de bıktım senin türünden.

Dinle

Işığa uçmaktan yorulduğum anlarda dinleneyim diye çağırdı dost soluğu beni buraya...Döne döne aşka giderken mola vereyim diye...Ne de güzel etti. Varlığıyla bana bir kanat oldu, şimdi de yazılmamış geleceğine kattı....Varolsun.

Ben geldim, ben pervane. Işığa uçarken ara sıra duracağım burda ve ilk sözüm şu olsun, Mesnevi'deki gibi:

Bişnev!
Dinle! Dinle ki başkalarının gürültüsünde kendini duymaya başla.
Dinlediklerimle geldim...

Beyler Sessiz :) -vol. 2-

Bomba transferlere devam! Her şey bu değerli taraftar için :)

Değerli dostum "pervane" de bundan böyle bizimle.
Ne güzel yaptı geldi de. Hoşgeldi !

18 Ağustos 2009 Salı

hamus

Hamuş olmaya karar verdiydim ama bu blog burda dururken pek mümkün değil gibi. İçerlenmeler, hislenmeler, dalıp dalıp geri gelmeler baki iken hamuşluk sadece ses çıkarma kısmında mümkün olacak gibi. Tümden hamuş olsa insan patlamaz mı? Bir yerde içindeki birşeyleri serbest bırakmalısın ki yerine yenisini koyabilesin. Kabın kadar alırsın, benim kabım o kadar geniş değil.
Zaten boşaltmasan bir yerde lüzumsuzu nasıl bilirsin en iyisini, en doğrusunu. Günde sadece 5 hadi becerebildin 6 saat uyurken düşün bir nasıl doluyor beynin, kalbin. Neyle boşaltacaksın onu? Neyle rahatlatacaksın kendini? Becerebilen mutlu, beceremeyen bir sürü lüzumsuzu ile dolu.
Acilen kitap okumayı bırakıp kendi dilime dönmem lazım. Çok arakçı hissediyorum kendimi. Wory mesela sen çok kallavi kelimeler kullanıyorsun bazen konusuşurken. Bazılarını anlayamıyorum, sözlükten baktıklarım bile var. Özeniyor insan. Öyle senin gibi bildiğim 2 kelam yoktur benim. Tipime de uymadığını düşünüyorum ama sana yakışıyor.
Sanırım kitap yazsam 13 - 15 yaş grubu kızlara hitap edebilirim. Beyaz diziler vardı. Aşk hayatıma gem vurmaya karar vermesem yazabilirdim belki onlardan. Ama beyaz dizilerin sonu mutlu biterdi sanki. Hiç öyle mutlu bitmiş bir aşk hikayem olmadı. Hatta yatağa geçip böyle mutlu bir son kurgulurken bile batırıyorum. İnsan güzel birşey kurgularken neden bir anda kavga etmeye başlar? Ben her gece bunu yapıyorum, belki ondan böyle oluyordur. Sen her gece adamla hem de adam yokken kavga et sonra sabah mutlu kalkamadın diye hayıflan. Hayır, gerçekle kurguyu ayırt edemeyen bir insan değilim sadece ne düşündüysem başıma geliyor. 40 kere söylersen olur dedikleri şey bu işte. Ben 40 defa kurguluyorum 40'ında b.ka sarıyorum sonra elbet o oluyor.
Dedim ya hamuş olmaya karar verdim. Artık olan bitenin düzelmesini ya da geçip gitmesini bekleme ve bunların bir anca önce olmasına çaba göstermenin yerine iki gündür kabuğuma çekilme uğraşındayım. Henüz hissettiğim bir kabuk yok, zara sarılmış, sarınmış haldeyim. Ne yumuşak ne sert. Böyle devam ettirebileceksem zara da razıyım. Belki biraz unutur, biraz toparlar, kendimi gelirim. Çünkü biliyorum, dağıtmadım ama dağıtmaya fazlasıyla müsaitim.
Şu arakçı yazar ruhumu içimden çıkarınca mı yazmaya devam etsem?

16 Ağustos 2009 Pazar

Diego Singing

Kusturica 'nın Maradona Filminden

Ne bir manga adamı çalımlayıp attığı gol, ne Tanrı'nın eli... Diego'yu anlatan en önemli görüntü bu bana göre. Gözleri aşıp tüm mimiklerine yayılan o müthiş aşk, minicik kızlarıyla boks maçı izlerken, dört bacak olup onları sırtına bindirirken yaşadığı o tarif edilemez keyif, kızlarını işmarla sahneye çağırırkenki o "hadi amaaa" hali...

Çok adam geldi geçti Maradona'yla kıyaslanan. Ben onun yanına kimseyi koyamadım hiç. "Gerektiği" gibi yaşayan bir idman ve maç makinesi olduğu için değil; seven, söven, hata yapan, üzülen, ağlayan, pişman olan bir adam olduğu için çok sevdim. İnsana benzediği için sevdim.

Şarkı da pek güzelmiş hani: Oleeee oleeee oleeeee oleeeeeee! Dieegooooo Diegoooo!!!!

15 Ağustos 2009 Cumartesi

bosluk

Boşluğun gerçekten 5. unsur olup olmadığı kafama takıldı. Evet, evrendeki 5. unsur boşlukmuş hatta önemli bir kuvvetmiş. Boşluk bir kuvvetmiş. O zaman ben çok kuvvetliyim bence. Bomboşum, çok büyük bir boşluğum. En azından kalbim öyle olmalı, bugün hissetmiyor gibiyim.
Eğer dün gece arkadaşımla geçen o 2 dakika olmasaydı belki bugün bu kadar yoğun bazı şeyleri düşünüyor olmayacaktım ya da sabahtan beri şu kitabı okumasaydım. O benim sus pus olup karşımdakinin ağzından beni düşündüğünü ve sevdiğini gösteren fakat tokat gibi sağ tarafıma vuran laflar olmasaydı. Meğer benimle birlikte herkes yanlış bir adamla birlikte olmaya çaba sarfettiğimin farkındaymış. Bir kaç ay öncesine göre ben çok garip bir insanmışım şimdi.
Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Bu kesinlikle aşık olduğumu gösterir ama garip olduysam kötü birşey gibi. İki ucu pis değneğin pisliği taaa ortalara kadar gelmiş durumda iken ben hala tutma çabasında olup iki parmağımı nasıl kullanabilirim diye bakıyorum. Geç git! Temiz bir çubuk bul hayatına bir kaç ay öncesi gibi bak dimi? Keşke bu kadar kolay olsa da geçip gidebilsem. Geçip gidemediğimiz için boşuz, boşluktayız. Boşlukta olduğumuz için hataya ve yanlış insanlara müsaitiz.
İçim, beynim kalbim taşla dolsun da geçsin gitsin. Bu boşluk benim istediğim gibi dolmayacaksa başka çare göremiyorum.
Aranma hakkım kaldı mı?
Sanmıyorum..

*http://ezzana.files.wordpress.com/2009/03/13-balloon-lonely-girl-sad.jpg

14 Ağustos 2009 Cuma

60


Bugün burada olsaydın çeteleye bir çizik daha atmak adına, felekten bir gece çalacaktık kuşkusuz.

Bugün burada olsaydın, yarinki maç için 11 kurup, taktik analizler yapacaktık bu saatlerde. Bitmek tükenmek bilmeyen Cim Bom geyikleriyle açılacaktı sahne.

Bugün burada olsaydın, "Rakıya buzu iki at, hava sıcak" diyecektin. İlk yudumu alıp bardağı ışığa kaldırarak rakıya kalite kontrol yapacak, muhtemelen de "Ayranmış mübarek" diyecektin.

Bugün burada olsaydın, az biraz keyfimiz gelince "Al gel şu sazı" diyecektin. Bir süre sonra benim ağır hicazlardan sıkılıp "Gel artık Ege'ye, yöremize" diye söylenecektin.

Bugün burada olsaydın, fıkralar patlatacaktın gene ard arda, hiç duymadığımız komik bir anını anlatacaktın ardından.

Bugün burada olsaydın, daha bir kuvvetli üfleyecektin mumlara, altmışıncı yaşının ilk saniyelerinde.

Bugün burada olsaydın, bu klavyenin başında ellerim titrerken, ense ağrısının şiddetinden tansiyon tahmin etmece oynamayacaktım.

Bugün bir yudum senin için, bir yudum benim için içiyorum:

İyi ki oğdun Aslan Kral, iyi ki doğdun baba.

13 Ağustos 2009 Perşembe

beni seni unutmak icin sevdim


İşte ihtiyacım olan şey. Bununla 2 kadeh takılınca herşey absentmış. O zaman biri bir şişe kapıp gelse de yardımcı olsa. Woryzover bu görevi sana veriyorum. Gerçi sen bilirsin votkayla da absent durumları yaşamışlığım var.

Şu an yorgunluktan tuşlar üstünde parmaklarımı zor oynatıyorum. Ama dün gecenin ve bugünün stressi ne kadar uğraştıysam da geçmediğinden kafamı yastığa koymaktan ürküyorum. Çok bunalımlı geçiyor uyku bu hallerde. Gece saat başı kalkmalar, bir üşümeler bir yanmalar, bir çok ve en önemli sahneleri sabah unutulan ama tüm gün etkisi süren rüyalar.
Demem o ki bir gıdım Absinthe alsam tam olacam. 1 kadehle unuturum 2 kadehle uyurum ya da 1 kadehle ararım 2 kadehle ağlarım dolayısıyla 3. yü içmek şart olur o zaman da yarın yalan olur.

Şimdi buraya yanlış adam arasa deyince birşeyler oluyor ya işte o hakkımı bugün kullanmak istemiyorum. B.k gibi hissettiğimden kendimi çuval misali yatağa atmayı düşünüyorum. Çenemi kullanmaya takadim yok. Sinir bozucu muhabbetlere giresim yok. Sakin bir gece istiyorum. Sokak sussun diyorum ve yatağa gidiyorum.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

İşkilli

Maçlarda salt vakit dolsun diye oyuna alınan sporcular vardır. Gazetelerin spor sayfalarındaki yıldız tablolarında döktürene 8, dökülene 4 puan verilirken, bu emmilerin adlarının yanına "soru işareti" yazılır. Alınacak, kırılacak birşey yoktur bunda. Sonraki oyunda daha fazla süre alıp az daha gayret eden, en kötü ihtimalle 6'yı kapar.

Soru işaretini aklına fikrine çengel yapıp da mütemmim cüz diye yanında taşıyan adamın işi bu kadar kolay değil ama. Her adımda, her aşamada beynine beynine batar çengelin sivri ucu. Ben niye böyle yapıyorum, daha önce yaptığım hatayı tekrarlar mıyım, bu işin sonu nereye gider, bu sefer mutlu olabilecek miyim, üstüne düşsem hayalkırıklığına uğrar mıyım, sallamasam çok şey kaybeder miyim, bu ıskayı nasıl telafi ederim vesaire vesaire...

Sonradan dönüp bakar ki bunları düşünürken harcadığı eforu doğrudan eylemin kendisine harcasa daha az yorulur. Hem böylece üzerine fikir yürüyebileceği, soru sorabileceği mantıklı, somut şeyler olur elinde.

Böyle düşünür ama gene de soru sormadan edemez. Bir kişi daha gaz verirse şayet, bu da bugünün sorusu olur:
Aynı suda kaç kez yıkanabiliyorduk Herakleitos Abi?

9 Ağustos 2009 Pazar

la hoca bitir maci!

Eğer şu an Scrabble oynuyor olsaydık hiçbir extra puan kutucuğuna denk gelmezse A(1) Ş(4) K(1) yazarak totalde 6 puan alırdım. G(5) Ö(7) T(1) ün ölüsü 13 bir de kelimenin 3 katını falan düşünsenize. Aşk denilen musibetin oyunda bile puanı yok. Nazarımda nedense puanlarken syntax errorlar alıyorum. Kafayı bozdum ben. Garip kurgular hiç olmayacak hesaplar. Haftasonu bana yaramıyor saçmalamaya çok fazla vaktim oluyor.
Günlerden pazar ve saat 21:33 fakat elimde kendimi azcuuk iyi hissetmeye yarayacak hiçbir tarifim yok. Bir yandan dünün saçmalığı bugünün ezikliği pazartesinin kapıda olması anlayacağınız oturduğum yerde fındık kadar birşeyim.
Ama şimdi telefon denen harika alet bir çalsa yanlış adam geliyorum dese bir de burda uyusa böğrüne başımı koysam ne şahane birşey olur anlatamam. Uyusam uyansam baksam yanımda rahat etsem tebessümle tekrar uykuya dalsam. Dün buraya aramaz yazıp da adam arayınca bir de bunu deneyim dedim. Olur da tutar belli mi olur. İşin kötüsü şu paragrafı yazarken telefeon çaldı fakat arayan çok alakasız bir adamdı.
Aslında öyle uyudum mu hiç uyanıp tebessümle tekrar uyumuyorum. Genellikle sövüp sayıp gözlerimi kapatıyorum. Nitekim bu adamın yarın bir gün burda olacağı ya da başka birinin koynundan olmayacağı ne malum. Kesin olur. Ya kendi ağzıyla söylüyor zaten benim oturup baştan senaryo yazmama gerek yok ki. Eee o zaman ne işin var demeyin. Kimse hiçbir yorum yapmasın diye resmen paralanıyorum. Anlatasım var ama duyacaklarım yaşadıklarımın bana çektirdiklerinden daha çok canımı yakacak gibi. O yüzden aylarca kaçmalar sessiz kalmalar. Ben bi yanlış adamımdan kaçamadım o da kaçmamın mümkün olmadığından kaynaklı. Çünkü ne kaçacak yerim ne de durumum var. Zırt diye arar pırt diye bulur.
Ya nolur maçı Denizli alsın da yarın dalga geçebileyim bi de biri bana buzlu badem getirsin çünkü başlıyor benim saatim. Kıvama gelmeme min. 10 dk felan vardır. 10 dk sonraki ruh halimi tahmin edemiyorum. Ya azim dolacam s.ktir çekecem ya da ağlaya ağlaya uyucam.
İnsanlar nasıl evlenmeye karar veriyorlar bilmiyorum ama benim için sanırım sabah uyanma konusu çok önemli. Eğer işe gitmek için yanından kalkmak istemeyeceğin biri varsa, sabah öpmesinden rahatsız olmuyorsan, malak gibi uyuyor lan yorumu yapmıyorsan, uyusun istiyor fakat uyanması içinde dua ediyorsan tamamdır abi o insanla evlenebilirsin. Ama yok her sabah yatakta gözünü açtığında "iyyyyyy yine mi bu?" sorusunu sorup bütün gün bunu takacak ya da unutup ertesi sabah yine soracaksan en iyisi mi bir an önce yoluna bak. Şahsen ben evlenebilecek kısımdayım. Keşke tek taraflı karar olsaydı adam da doğru olsaydı. Ama malesef benim hangi kısımda olduğumun gelişen olaylara bakılınca hiçbir önemi yok.
Ya woryzover ben buraları sanki çok bir dağıttım ya. Olay renk katmaktan öte bir hal alıyor gibi. Al bence yazma hakkımı. Kendimi psikoloğa gitmişte psikolog bana arkalı önlü ne halt olduğunu yazmamı istediği bir kağıt vermiş gibi hissediyorum. Daha fenası adama A4 yetmez A5 olma mı demiş gibiyim. Çiftliğimde at koşturuyor kuzu otlatıyor gibiyim beyaa. Sigara serbest olsa küfür edince de olay çıkmasa ne güzel olur dünya. (sevimli smiley)
Daha darmaduman moda girip blog formatını zedelemeden gider.
PS: Ben bu fotoyu yine emolardan buldum. Emo mu oluyorum yoksa emolar çok mu yalnız?

8 Ağustos 2009 Cumartesi

gunduz vakti sarkilara sarilirken..

1 küp şeker, bol yapraklı 2 dal nane, 2 dilim limon, 1 şişe vişne soda, bolca buz, ihtiyaca göre Bacardi ve adını henüz öğrenemediğim radyo. İşte cumartesinin öğlen 2sinin tarifi. Hiç yoktan iyidir.
Kendimi mükemmele şartlandıramıyorum. Hep yoktan iyidire adapte olmalar. Bir öteki hareketin bundan daha iyi olmasını beklemek hayal gibi. Ne yani bundan bir sonraki aşamada elinde vişne suyuyla yanlış adamım buraya mı gelecek.
Tabi ki gelmeyecek hatta aramayacak arasa bile bıdı bıdı bişeyler diyerek kapatacak. Bu da yoktan iyidir. O kadarını yapsa bile iyidir. Hatta aramasa aramayı düşünse bile. O kadar vahim yani.
Kontrolü mümkün olmayan olaylar olur ya bazen hani kontrol edebilsen dünyadaki en mutlu 1.500 insandan birinin arasına girebileceğin türden. Kontrol edemiyorsun işte. Tek bir olay olsa hadi neyse ama herşey çok komplike. Bir yerden patlak vermemek neredeyse imkansız. Aşk hayatın düzgünse işin b.ktan, işin b.ktansa aşk hayatın mükemmel, hem işin hem aşk hayatın şahaneyse arkadaşlarınla aran b.ktan, arkadaşlarla iyiysen aşk hayatın b.ktan iş hayatın ehhh iştee. Sanırım yaratabildiğim en mükemmel karışım mojito çeşitleri. Gerisi hikaye tadında gelişen şeyler.
Bu cumartesi öğleden sonramı ara sıra gelen süper esintiye, modundan şaşmayan hala adını bilmediğim radyoya, vişnenin limon ve naneyle yarattığı farklı tada ve kendimi azcuuuk relax hissettiren Bacardi'ye adıyorum. Böyle birşey olsa gerek aşk. Saçma sapan şeyleri sevmek onlara adanmak.
Pazara gelmeden slow motion, hiç yoktan iyi.

7 Ağustos 2009 Cuma

sevdiysem gunahim ne 1.5

Yine bir cuma yine bir cuma yine bir cumaaaaaaaa. Cumaları ne kadar sevilesi günlerdi oysa. Şimdi sen de her gün gibisin cuma. Cumartesi de öyle. Pazarın zaten hiç bir zaman nazarımda günden sayılma luxu olmamıştır. 7si aynı yani. Bir değişiklik, farklı bir hareket malesef olmuyor olamıyor.
Burda b.ku başkalarına atmak yerine b.ku kendime atmakla kalmıyorum boydan boya üstüme başıma sıvıyorum. Sevdiysem günahım ne işte. B.ka da sıvanırım. Sevdim mi de böyle severim. B.mbok severim ben. Sevdim mi niye böyle oluyorum ben?
Herkes böyle olsa gam yemiyeceğim. Ama millete bakıyorum ohh çok rahatlar. Bugün dışarı çıkan 2 gün sonra nişan 15 gün sonra düğün. Ben ilk levelde takılanlardanım. Hatta takılmayı bırak bir geriye dönüş bile sözkonusu. Cuma günü bu durumda olmaktan belli.
Bunun tek bir sebebi var o da YANLIŞ ADAMLAR. Doğrusunu bulmuş öpüp başına koymuş insanları kıskanıp durayım. Kıskanıyorum. Doğru düzgün ilişkisi olan mutlu mesut insanları kıskanıyorum. Hasetim ben. Doğru adamı bulmuş ama anlayamamış şahane insanlara bayılıyorum. Facebooka bakacam böyle bir grup varsa katılacam ve grubun 50.000 kişi olması için çalışacam. Bu denli bayılıyorum.
PS: Bu adamın adı Victor Muranda mı Victor Miranda mı? Net alemi Muranda yı çıkaramadı. Hayır insan cd kapağına yanlış bişey yazamaz dimi? http://fairtilizer.com/tracks/47883

6 Ağustos 2009 Perşembe

Hayırdır

Şimdi Yürütülüyor: Ünlü - Rüya

Gece
uykularının beş para etmezliği zaten kronik bir sorunken bende, bir de bir de biçimsiz fantastik bilim kurgu rüyalar peydah oldu. Zaten vardı da, daha bir sıklaştı sanki. Sıcak bir yandan, rüyanın aksiyonu bir yandan soluk soluğa, sırılsıklam terli uyanınca, dosdoğru buzdolabına koşup adı, türü önemli olmaksızın gördüğüm en soğuk sıvıyı kaldırıyorum kafaya. Sonuçta ne uyku kalıyor, ne başka bir heves ama o rahatsız edici iç yangını bir nebze ferahlıyor.

Modern çağın fantastik edebiyatına konu olabilecek düzeydeki rüyalarımı bir yana bırakırsam şayet çok da şikayetçi değilim aslında bu durumdan. Uzun gece uykularının yerini alan uzun gece oturmaları oturup düşünmek için en güzel zamanlar oluyor. Zira bizim buralar "slowmotion'un" ikametgah kadar gürültülü değil. Hava da anca serinliyor zaten. Oturup iki üç güzel şarkı dinlemeye, iki yudum birşeyle boğazı ıslatmaya, ayakta kalan yarasa arkadaşlarla sohbete ancak böyle vakit yaratılıyor kısa yaz gecelerinde.

Sabaha karşı iyice yavaşlayan metabolizmaya inat vızır vızır çalışan bir kafayla varıyorum öyle olunca. Sevenlerim, sevdiklerim, hiç sevmediklerim, uğraşıp da sevemediklerim; salisede akıp gidiyor kafamda. E sabaha kadar da epey bi salise var zaten. Böylelikle hem yorgun bir beden, hem su kaynatmış bir hafayla başlıyorum güne. Sabah sabah gezete okurken dellenen emekli sosyal demokrat amcaları çok çok iyi anlıyorum o psikolojiyle sabah gazetelerini okurken. Aynı olumsuz ruh hali günün tümüne sirayet ediyor, aksi yöndeki tüm çabalara rağmen.

Her gün yarın böyle olmasa bari deniyor ama, her yarın öyle oluyor. İnsan sıkılıyor, "ey hayat bir düzene gir artık" diye bağırası geliyor, olmuyor. İster istemez mucize bekliyor, mesih bekliyor. Biri gelsin, düzeltsin beni diye.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

sevdiysem gunahım ne 1

~Sessizlik~

Buralar pek sessiz olmaya müsait yerler değil. Her daim bir gürültü her daim bir patırtı her daim bir dışarıdan ses. Ezan bitse, sokak serserisi başlar, sokak serserisi bitse çan çalar, çan kesilse araba geçer, araba geçmese çöpler toplanır. Hani 24 hours live olayı var ya hadi bizimkisi 24 olmasa da 20 olsun. Artık o 4 saate denk gelirsen ne mutlu sana.

Malesef o 4 saatten birine denk gelmediğim bir gece ve malesef dışardan gelen bütün sesleri algılayabilecek haldeyim. Bu uykuyu olumsuz etkiliyor dolasıyla da düşünce ve kurgu gücümü arttırıyor. Manyak manyak şeyler geliyor aklıma. Mesela pencereden sarkıp aşağıda konuşan konuşmayan tüm mahalleliye saymak sövmek sonra inip dövmek ya da taksiye atlayıp son sevdigim adamı bir sekilde bulup saymak sövmek ve sonra dövmek.

"Son sevdiğim adam"ı sevip sevmediğime sevmemem gereken bir çok anda karar verdim ben. Sevmişim, seviyormuşum, seviyorum. Ben ona sinirliyken ama o başka birşeye sinirliyken benim sinirimin göz göre göre yokluşunu izlerken karar verdim buna. Çünkü bir baktım ki ben onu yatıştırmaya çalışıyorum. Ben ona uyuz olmuşken ama o bana uyuzken kendime x2 uyuz olduğum an dedim "ben seviyorum" diye. Buna kaşınma diyorlar dicem ama en ufak kaşınmaya dair bir eylemim yok. Tüm bu dengesizlikler, aklı kaçıklar, beş karış havadan hareket edenler vs. beni buluyorlar desem?

Kaşınsam, aransam böyle bir popülasyon ve popülasyon içinde böyle bir benzerlik elde edemem. Aslında bir deney unsuru olabilecek insanım. Mıknatıs gibi nerde bir deli, nerde bir manyak nerde bir ne yaptığını ne istediğini bilmez şuursuz varsa beni buluyor. "Olur böyle" ya da "düzelir zamanla" dememek lazım. Direk kaçmalı ama gel gör ki benim sevgiye doyumsuz yüreğim bundan anlamıyor.

Kaç yüreğim, beceremiyorsan azıcık mantığa yaklaş hadi bu da olmadı sus...

2 Ağustos 2009 Pazar

Beyler Sessiz :)

Alemin kralı geliyooooorrr, geliyooooorrr, geliyoooooorrr!!!

Hoşgeldin.

start duduu

~Hizmet şartlarını kabul ettim ve geldim~

Bana burda yazma imkanının verilmesi büyük bir hediye mi yoksa büyükten daha büyük yani büsbüyük bir hata mı? Yazacaklarımın (ne kadar zaman??) bu blogun çizgisiyle bir alakası olur mu muallak. Neyse ki düz çizgilerden ibaret bir bloga yazma girişiminde bulunmuyorum. Kesik çizgi olayım, ama bir çizgisi olayım.

IMKB grafiklerini solda sıfır bırakmış şahsıma göre her ne şekilde olursa olsun şükredilesi hayatımın iniş çıkışını biçimlendiremediğim günler. Uzun süren kaçışlar bir çok buluşlar ile devam etmekte iken grafiğimin zavallı kırmızı oku tehlikeli seyir aleminde. Daha durağan olması umulan mavi ok ise umulanın aksine kırmızıyla yarışmakta.

Hal böyleyken ben tabi ki yine yanlış adamı sevmişim. Evet, bu ağır çekimdeki kesik çizginin genel bahsi "yanlış adamları". Kendisi bulsa gam yemeyeceği ama hep bir şekilde kendisini bulan ve ne yazık ki "sanki hoşlanıyorum, sanki sevmeye başladım, seviyorum mu acaba?, seviyorum hüleynnnn, seviyorum da aşk gibi, aşk mısın sen? aşığım kardeşim tutmayın daha" tripleriyle bağlandığı adamları. Madalyonun diğer ama herşeyden daha belirgin yüzü. Çünkü hoşlanma, sevme ve aşk vs duyguya yönelik ne varsa açığa çıkarmaktan ve bunu cümle aleme belli etmekten kendimi alıkoyamıyorum. "Saf damgası" diye bir şey olsa alnımın tam ortasına bastırtacam o kadar. Mantık azıcık devreye girse saflık bir nebze azalır ama yok 3 sn içerisinde hani bir insanın ne mal olduğu anlaşılıyor ya ben de 3 sn içerisinde mantığımı toprağın 100.000 kat aşağısına gömebiliyorum. 3 sn içerisinde nasl oluyorsa hoşlanabiliyorum. Zaten sonra devamı geliyor.

İlerleyen bir vakitte bu yazının devamı geliyor...

*Photo: Emo deiliz ama emolarda sever: http://www.emocafe.net/punk-girl-boy.html
** Woryzover bak pişman olacaksan eğer daha yolun başındaykeneeee.... cbp ya :)