16 Kasım 2009 Pazartesi

ya ben kendime guluyorum

İnsan kendi kendini ne kadar kolay kandırıyor. İki kere bir şey tekrar etti mi sanki hep sürecek gibi geliyor. Oysa bir şey 100 defa da tekrarlasa devamlılık garantisi yok, tesadüf olma ihtimali devam etme ihtimalinden daha yüksek.
Ben de işte tam bu saflığımdan dolayı kendime gülüyorum. Ben ki devamlı olmayacağını bile bile nasıl tesadüf olabileceğini görmezden gelebildim, nasıl bu kadar herşeyi ona endeksleyip herşeyimi değiştirdim, herkese üstü kapalı bir şekilde de olsa sırtımı çevirebildim, nasıl bu kadar değişebildim?
Bu ne kadar süreceği belli olmayan gidip gelmemeler, susmalar, istenmeden yaşanan yalnızlık, kafanın sürekli ottan b.ktan şeylerle meşguliyeti, işlerin yoğunluğu, her gün alkol, az yemek, çok aşık olmak istemek, aşık olmasını beklemek, yorgunluk, milletin devamlı hasta olması, çikolatayı abartmak, kahveye sarmak, ağlamak isteyip ağlayamamak, tırnaklarımı yemek beni mafediyor.
Neye ara vereceğimi bilemiyorum!

Matrix Kaydı Bilader

Şimdi Yürütülüyor: Bu ne Biçim Hikaye Böyle

Şimdi... Ne yapmak lazım, bilemedim ki ben.

Tıkır tıkır işler duruken düzen; mutlu ya da mutsuz oyalayadururken beni, matrixte bi dalgalanma yaşandı Tank!!
Tank, Kur'an kakkı için, otur iki bardak bir şeyler atalım da, bi akıl ver bana; en yakın telefon kulubesini göster.

Sonra dedi ki Tank:
G.tünden Ajan Smith mi kovalıyor olm; az soluk al, az bi nefeslen.. Kafaya okşizen gitsin hem. Bugün yat, yarına salim kafayla düşünür, bir yol bulursun sen de.

"Peki abi" dedim. Şimdi uyuyayım, yarın erken kalkar, düşünürüm.

14 Kasım 2009 Cumartesi

acilmayan kapilar

Elim de bir ton anahtar kapı kapı dolaşıyorum. Her birini deniyorum, kilidi açamıyorum. Doğru kapıyı bir türlü bulamıyorum. Kabus gibi. Kilit kilit üstüne, kapı kapı ardına, her yanım anahtar. Muhteşem bolluk!
Bir kapı çok anahtar ya da çok anahtar bir kapı olsa olmaz mıydı? İlla her yolum yokuş yukarı.. Kolay iş beni bulmaz, ben zora gelemem! Millet nasıl da kolaya kaçıyor oysa?
Şimdi açılmayan tüm kapılarımın arasında oturmuş hangi anahtarı hangi deliğe soksam da çıkışı bulsam derdindeyim.
Sanırım kolaya kaçmanın bir yolunu bulmalı. Kestirip atmalı..

11 Kasım 2009 Çarşamba

gecmisle mesafe

Böyle duvarlarına özenle birşeyler asanlara çocukluğumdan beri hastayım. Üniversiteye gidene kadar boydan boya dolap ve ranza derken birşey asacak duvar bulamamıştım. Üniversitede de duvarıma gazetelerden kestiğim harflerle "Derler ki bir yerden sonra acımaz daha fazla / Zaten aşk kötü bir şaka anlamaya çalışma / Her güzel şey bitermiş / Aşk nedensiz sevmekmiş" yazmıştım. Hey gidi hey! Hala ruhuma dokunan bir şarkı ve bence hala duvara asılabilirliğe sahip sözler. O günden bugüne değişen tek şeyim sanırım anlamaya çalışma çabam (az ya da çok çaba mı yorum yapmak istemiyorum) ve güzel şeylere karşı olan zaafım (bu da az mı çok mu yorumsuz).
Her geçen bir günle, geçmişe bir gün daha uzaklaşırken kapıldığım bu geçmişe sarılma hallerine neden geldim bilmiyorum. Sakın bu gelecek korkusu olmasın? İnsanın hayatı irili ufaklı mutlu ya da üzüntülü garip sürprizlerle sarılı olursa, yarın ne b.k olacağını bilemezse sanırım geçmişe tutunmak ve gelecek günden kaçmak istiyor. Gerçi bu "hemen Cuma olsun, lütfen!" dememle çok çelişik bir durum ama olsun. Şöyle düşününce ve geçmişime bakınca aslında yaşam tarzımla da zıt. Sanki benim bir gün öncesinden yemeği yapıp ertesi gün ne yenileneceğini bilme, evde her gün aynı saatte birini bekleme, temizlik çamaşır gününü belirleme, alışveriş gününü seçme zamanım gelmiş.

9 Kasım 2009 Pazartesi

bir adet sacmalama postu

Asıl olay 80'lerde çocuk olmak değil aslında. 80'lerde siz çocukken birilerinin genç olması. Nur Yoldaş benim için öyledir mesela. Ben çocukken birileri genç olmasa şu anda bilmeme imkan olmayabilirdi.
Eski şarkılarda eski filmlerdeyim şu ara. Kah hoyratça yaşadığım kah doya doya geçirdiğim günlerimi slow motion gözleriminin önünden geçirmekteyim. 3 ile başlayan yaşları telafuz etmeye az kaldığından mıdır yoksa millet 2'li yaşlarının ortasında adam olmuşken benim hala bir baltaya sap olamam mıdır bilemiyorum.
Herkes sap olmak derdinde, balta bulmak peşindeyken ben baltayı bulamamaktan değil balta olmak istememekten şikayetçiyim. Zira balta olsam gele gele cezve sapı geliyor ya da kürek. Olmuyor anlayacağınız, ne o uyuyor ne bu. Evdeki hesap hiç pazardakine uymuyor. Gece giymeye karar verdiğin şey sabah olup yağmurla uyanınca yalan oluyor. Akşam yapmayı plandıkların bir telefonla bozuluyor. Haftasonların, gece yarıların, uykunun en güzel yeri, sabahın en güzel saati, filmin en şahane sahnesi, şarkının en romantik yeri telef oluyor.
Hal böyle olunca bir elde paspas bir elde bira. Şimdi anlaşıldı mı saçmalamanın sebebi?

7 Kasım 2009 Cumartesi

beklemek


Doktor randevusuna 1 saat erken gitmiş gibi geçiyor herşey. Sanki bekleme odasında hangi koltuğa oturmam, hangi objeye odaklanmam gerektiğine kararsız kalmışım. O bir saat bir ömür. İlaç olmaktan öte hangi zamana savuracağını şaşıran, karşımdaki kocaman ve tiktak sesi gelmese de o sesi duyuran saat.

Geçen sene bugünlerde ki halimi düşündüm bugün, o belirsizlikle mutlu telaşımı. Sonra şimdiki halimi düşünemedim; belirleyemediklerimi, yapamadıklarımı, yapmak istemekte hala direttiklerimi düşünmek işime gelmedi.. Yaptıklarım gelmeyecekti aklıma, çünkü hiçbir şey başarmış, gerçekleştirmiş gibi değilim sanki. Belirsizlik ömrü hayatımda hüküm sürdükçe o başarmış olma hissi hep bastırılacak gibi.

İnsan bekleme durumunda olunca herşeyi düşünüyor, takılmayacak şeyi kafaya takıyor. Ya vaktinde davranacaksın ya da beklemeyip harekete geçeceksin. Hiçbirini yapabilecek gücün veya kabiliyetin yoksa saate bakmaktan korkup beklemekten utanacaksın. Ben saate bakmaktan korkan, beklemekten utanan kısımdayım.

Ajda diyor ki; "Hepimiz yaptık aynı hataları / Hepimiz sevdik yanlış insanları / Bir tek sen değilsin yaralı / Geceler, yaralar aynı / Bir tek sen değilsin aşkta kaybeden / Hepimiz yanıldık bazen" ama beni rahatlatmıyor, bu sefer hepimize üzülüyorum.

Ya neyi beklediğini bilmemek, bu belirsizlik ne b.ktan, gerçekten kelimelere dökülmüyor! Bekleme odasında hangi koltuğa oturacağını şaşırmayı geç pencere önünde ki sulanmayı bekleyen saksıdan beterim. Biri hatırlayacak da suyumu verecek, canıma can katacak. Kimin kime karşılıksız iyiliği dokunuyor ki? Pencere önünde beklememeye karar vermemeye karar verdim. Yerine getiremiyorum verdiğim hiçbir kararı. Solmak en güzeli.. Bakalım yediveren miyim?

Birşey iyi başlasın ve iyi devam etsin olmaz mı?

* http://images.google.com.tr/images?hl=tr&um=1&sa=3&q=salvador+dali+woman+at+window

6 Kasım 2009 Cuma

Permütaston, Kombinasyon, Olasılık

Canım sıkılıyor dedim, kumar oyna dediler. Oynadım, kaybettim.
Katranı ezsen olur mu şeker dedi bir yanım, belki olur dedi Pollyanna' nın gayrımeşru çocuğu olan iç sesim.

Otuz altıda birdi düşeş ihtimali. Zarı atarken, biliyordum.
O halde dışarda kabahatli aramak yersiz.
Kabahati kendinde aramanın da ne bana ne de başka birisine yararı var şu dakikadan sonra.

Öyleyse;

İyiyiz, sakiniz...

1 Kasım 2009 Pazar

tebdil-i mekanda ferahlik ararken sacmalamak

Kaplumbağaların evlerini sırtlarında taşımalarına imreniyorum. Mekanı beğenmediler mi sırtlanırlar evlerini, nereyi gözlerine kestirirlerse çekilirler kabuklarına, ohh sabah mis gibi istediklerde yerde açarlar gözlerini.
Biz öyle miyiz? Damı akar mı, penceresinden rüzgar alır mı, kapısı çelik mi, mutfağı yeni mi, mahallesi düzgün mü, komşusu temiz mi, kirası uygun mu, ev sahibi iyi mi? gibi ottan b.ktan dertlerimiz var başımızı sokacak bir yer bulmak için. Zaten dışkılamak hariç barınmak, yemek içmek ve giyinmek gibi temel ihtiyaçlarımızı düşünmekten bir çok şeye vakit bulamıyoruz.
İnsan olarak her haltımız sorun. Sanki düşünmekten kaynaklanıyor hepsi. Etobursan et yersin, otobursan ot yersin, çok obursan ikisini de yersin, bugün şunu mu yesem bunu mu içsem diye düşünüp çelişki içinde derde düşmezsin, her şekilde doyup ihtiyacını karşılar mutlu olursun.
Düşünmeyelim demiyorum. Düşünelim düşünmesine de insanın bu kadar alternatifi varken bazen karar vermek için düşünmek de yetersiz oluyor. İlkel yaşamak lazım. İlkel yaşayan insanlar bizden belki daha mutluydular. Ya yapraktı ya hepsi aynı renk bez parçasıydı alternatifleri galiba, en fazla ikisi arasında düşünüp karar veriyorlardır. Bizim gibi spor - abiye - casual vs ve bunların kendi içlerinde ki milyonlarca alternatifleri yoktur diye düşünüyorum.
İnsanoğlunun düşünme yetisinin mükemmeliğinin ve gelişime açgözlülüğünün sonuçlarını yaşıyoruz. Sokakta gördüğümüz kaç insanın yüzü gülüyor ya da hangi arkadaşınız her gün iyi olduğunu söylüyor? Ben her gün sayısını bilmediğim kadar düşünmekten şapşallaşmış gözlere bakıyorum, şapşal oluyorum. Gün içinde çoğunlukla sinirden gülüyorum sonra bu da içimden geldi olsun diyerek sevinilmeyecek şeye seviniyorum, güldüm ya yetermiş gibi. Avlanmış geyiğe gülüp dans etmek varmış.
Bugün bu yazıyı yazmakta ki derdim neydi çözemedim. Konu konuyu açıyor işte, aşka gelmeden yollasam mı postu yoksa aşka gelip onu da mı yazsam?
Seviyesiz ve yaşayana hayrı dokunmayan aşkın nesini yazacaksam. İbret-i alem olsun diye yazmak lazım aslında. Belli mi olur kazara birisi okur, aklını başına toplar, benim gibi dağıtmaz. Gerçi okuyup, dinlemek aklı başa toplamaya yarar birşey olmuş olsaydı en başta ben yaşamazdım bunları.
Aşk işte, kulağına küpe yaptığın şeyleri bile düşünmeden çıkarttırıyor, sonra ne akıl kalıyor ne fikir.