16 Kasım 2009 Pazartesi
ya ben kendime guluyorum
Matrix Kaydı Bilader
Şimdi... Ne yapmak lazım, bilemedim ki ben.
Tıkır tıkır işler duruken düzen; mutlu ya da mutsuz oyalayadururken beni, matrixte bi dalgalanma yaşandı Tank!!
Tank, Kur'an kakkı için, otur iki bardak bir şeyler atalım da, bi akıl ver bana; en yakın telefon kulubesini göster.
Sonra dedi ki Tank: G.tünden Ajan Smith mi kovalıyor olm; az soluk al, az bi nefeslen.. Kafaya okşizen gitsin hem. Bugün yat, yarına salim kafayla düşünür, bir yol bulursun sen de.
"Peki abi" dedim. Şimdi uyuyayım, yarın erken kalkar, düşünürüm.
14 Kasım 2009 Cumartesi
acilmayan kapilar
11 Kasım 2009 Çarşamba
gecmisle mesafe
9 Kasım 2009 Pazartesi
bir adet sacmalama postu
7 Kasım 2009 Cumartesi
beklemek
Doktor randevusuna 1 saat erken gitmiş gibi geçiyor herşey. Sanki bekleme odasında hangi koltuğa oturmam, hangi objeye odaklanmam gerektiğine kararsız kalmışım. O bir saat bir ömür. İlaç olmaktan öte hangi zamana savuracağını şaşıran, karşımdaki kocaman ve tiktak sesi gelmese de o sesi duyuran saat.
Geçen sene bugünlerde ki halimi düşündüm bugün, o belirsizlikle mutlu telaşımı. Sonra şimdiki halimi düşünemedim; belirleyemediklerimi, yapamadıklarımı, yapmak istemekte hala direttiklerimi düşünmek işime gelmedi.. Yaptıklarım gelmeyecekti aklıma, çünkü hiçbir şey başarmış, gerçekleştirmiş gibi değilim sanki. Belirsizlik ömrü hayatımda hüküm sürdükçe o başarmış olma hissi hep bastırılacak gibi.
İnsan bekleme durumunda olunca herşeyi düşünüyor, takılmayacak şeyi kafaya takıyor. Ya vaktinde davranacaksın ya da beklemeyip harekete geçeceksin. Hiçbirini yapabilecek gücün veya kabiliyetin yoksa saate bakmaktan korkup beklemekten utanacaksın. Ben saate bakmaktan korkan, beklemekten utanan kısımdayım.
Ajda diyor ki; "Hepimiz yaptık aynı hataları / Hepimiz sevdik yanlış insanları / Bir tek sen değilsin yaralı / Geceler, yaralar aynı / Bir tek sen değilsin aşkta kaybeden / Hepimiz yanıldık bazen" ama beni rahatlatmıyor, bu sefer hepimize üzülüyorum.
Ya neyi beklediğini bilmemek, bu belirsizlik ne b.ktan, gerçekten kelimelere dökülmüyor! Bekleme odasında hangi koltuğa oturacağını şaşırmayı geç pencere önünde ki sulanmayı bekleyen saksıdan beterim. Biri hatırlayacak da suyumu verecek, canıma can katacak. Kimin kime karşılıksız iyiliği dokunuyor ki? Pencere önünde beklememeye karar vermemeye karar verdim. Yerine getiremiyorum verdiğim hiçbir kararı. Solmak en güzeli.. Bakalım yediveren miyim?
Birşey iyi başlasın ve iyi devam etsin olmaz mı?
* http://images.google.com.tr/images?hl=tr&um=1&sa=3&q=salvador+dali+woman+at+window
6 Kasım 2009 Cuma
Permütaston, Kombinasyon, Olasılık
Otuz altıda birdi düşeş ihtimali. Zarı atarken, biliyordum.
O halde dışarda kabahatli aramak yersiz.
Kabahati kendinde aramanın da ne bana ne de başka birisine yararı var şu dakikadan sonra.
Öyleyse;
İyiyiz, sakiniz...
1 Kasım 2009 Pazar
tebdil-i mekanda ferahlik ararken sacmalamak
Biz öyle miyiz? Damı akar mı, penceresinden rüzgar alır mı, kapısı çelik mi, mutfağı yeni mi, mahallesi düzgün mü, komşusu temiz mi, kirası uygun mu, ev sahibi iyi mi? gibi ottan b.ktan dertlerimiz var başımızı sokacak bir yer bulmak için. Zaten dışkılamak hariç barınmak, yemek içmek ve giyinmek gibi temel ihtiyaçlarımızı düşünmekten bir çok şeye vakit bulamıyoruz.
İnsan olarak her haltımız sorun. Sanki düşünmekten kaynaklanıyor hepsi. Etobursan et yersin, otobursan ot yersin, çok obursan ikisini de yersin, bugün şunu mu yesem bunu mu içsem diye düşünüp çelişki içinde derde düşmezsin, her şekilde doyup ihtiyacını karşılar mutlu olursun.
Düşünmeyelim demiyorum. Düşünelim düşünmesine de insanın bu kadar alternatifi varken bazen karar vermek için düşünmek de yetersiz oluyor. İlkel yaşamak lazım. İlkel yaşayan insanlar bizden belki daha mutluydular. Ya yapraktı ya hepsi aynı renk bez parçasıydı alternatifleri galiba, en fazla ikisi arasında düşünüp karar veriyorlardır. Bizim gibi spor - abiye - casual vs ve bunların kendi içlerinde ki milyonlarca alternatifleri yoktur diye düşünüyorum.
İnsanoğlunun düşünme yetisinin mükemmeliğinin ve gelişime açgözlülüğünün sonuçlarını yaşıyoruz. Sokakta gördüğümüz kaç insanın yüzü gülüyor ya da hangi arkadaşınız her gün iyi olduğunu söylüyor? Ben her gün sayısını bilmediğim kadar düşünmekten şapşallaşmış gözlere bakıyorum, şapşal oluyorum. Gün içinde çoğunlukla sinirden gülüyorum sonra bu da içimden geldi olsun diyerek sevinilmeyecek şeye seviniyorum, güldüm ya yetermiş gibi. Avlanmış geyiğe gülüp dans etmek varmış.
Bugün bu yazıyı yazmakta ki derdim neydi çözemedim. Konu konuyu açıyor işte, aşka gelmeden yollasam mı postu yoksa aşka gelip onu da mı yazsam?
Seviyesiz ve yaşayana hayrı dokunmayan aşkın nesini yazacaksam. İbret-i alem olsun diye yazmak lazım aslında. Belli mi olur kazara birisi okur, aklını başına toplar, benim gibi dağıtmaz. Gerçi okuyup, dinlemek aklı başa toplamaya yarar birşey olmuş olsaydı en başta ben yaşamazdım bunları.
Aşk işte, kulağına küpe yaptığın şeyleri bile düşünmeden çıkarttırıyor, sonra ne akıl kalıyor ne fikir.