12 Temmuz 2010 Pazartesi

Yapraksız Yonca


Cevapları kaydırdığını son soruda fark eden, üst düğmeyi yanlış iliklediğini en alt düğmeye gelene kadar göremeyen, son sigarasını hep tersten yakan, arabayı yıkattığı gün istisnasız yağmur yağan, son yediği çekirdek hep acı çıkan, trafikte limiti ilk aştığı yerde radara sobelenen, düğün evinde morali, sahnedeyken akortu bozulan, tavlada sürekli tek kapıya gele atan, on tane anahtar deneyip doğrusunu hep sonuncuda bulan insan!

Su dakikadan sonra emin ol, seni çok iyi anlıyorum.

4 Temmuz 2010 Pazar

Yeniden

Şimdi Yürütülüyor: Yine Düştük Yollara

İki aydır nerede bu adam
diye sorup yoklayan çoğaldı, sağolsun merak eden, etmeyen. Hem eşe dosta bir özet geçeyim, hem de uyuşukluğumu atayım, kendi bloguma tekrar hoşgeleyim dedim.

Uzun zamandır kovaladığım bir iş vardı, bilen bilir. İşe alım sürecim tamamlandı. Önce topladılar bizi eğitime aldılar falan. Bir üç hafta İstanbul'daydım. Vakit buldukça en hatırlı dostlarımla vakit geçirdim. Çok güldüm, çok eğlendim. Neticede evime bir dünya güzel anı, nispeten dinlenmiş bir kafa ve bir çatlak omuzla döndüm. Yakın çevreden "nazar" demeyen hemen hiçkimse kalmadı. Sol kolumu kullanamıyor olsam da bu kadarla gelmiş geçmiş olsun diyorum. Elimden bu fazlası gelmiyor çünkü.

Döner dönmez işe başladım zaten. Evvelce de dediğim gibi bir ilçeden diğer ilçeye gidiyordum ama, gittiğim yerin yaşadığım yerle zerre aalakası yok. Muhafazakarlığıyla nam salmış bir ilçe olmasına rağmen "Comandante Tekel Bayii" diye bir dükkan buldum. Sahibi hoş sohbet, duvarda Ernesto resimleri falan... Enteresanlık peşinde koşanlar kaçsın metropollerden, ne kadar ilginç şey varsa ufak yerlerde.

Evi, düzeni taşıdım, iyi kötü bir düzen kurdum. Dışarıda yapılacak fazla bir şey olmadığından, uzun zamandan sonra akşamları yalnızım artık. Şimdilik iyiyim ama ne zaman sıkılacağım bilinmez.

Bir dünya tasa, kuruntu yapılacak şey varken anormal bir iyimserlik hasıl oldu bana. Haydi bir de böyle deneyeyim yaşamayı.

4 Mayıs 2010 Salı

Slowmotion Yuvarlanan Bir Taş

Zaman elek. Üzerinde de ahali. Elek sallandı, sallandı, sallandı. İlkin zayıf toz zerreleri düştü aşağıya. Sonra ince kumlar, çakıllar, daha irice taşlar. Hem onlar elendi, hem de ben yaşadıkça, gördükçe, biraz daha bildikçe, yaralandıkça, kazıklandıkça günden güne eleğin aralıkları büyüdü.
En sona kocaman bir taş kaldı eleğin üstünde. Ötekiler hızlı çekim düşerken, "Ben burdayım" dedi slow motion, eleğin aralıkları bir büyüdüyse, beş büyüyerek.

İhtiyaç duydum, yapımın temeline koydum bu kocamanı. Aklımın kötürüm zamanlarında kafama düştü. Yaralamadı, bilakis kendime getirdi . Yokuş aşağı frenim boşaldı, onu destek yaptım da durdum kaç kere.

İki gözüm;
Bugün beylik yeni yaş temennileri kullanmayayım ben.
Sen dile, ben umayım, hayat versin en iyisini.

Geçen sefer dokuz demiştim, bu sene 10 oldu. Böyle birer birer artsın da, kırk yıllık hatrımız olsun, oldu mu?

22 Nisan 2010 Perşembe

Sıkılan Kul, Yetişen Hızır

Şimdi Yürütülüyor: Joan Osborne - One of Us

Nihayet bir şeyler değişiyor. Öyle ufak tefek de değil değişiklikler. Mesleğim değişiyor, adresim değişiyor. Çok değil 60 kilometre öteye gidiyorum ama evim, düzenim, çevrem, dünyam değişiyor. Tabii son anda bir aksilik çıkmazsa.

Klişedir ama, sınavına son anda "dostlar alışverişte görsün" diyerek başvurmuştum. Görüşme aşamasının anlamı umuttan çok, özlediğim bir haftalık İstanbul tatiliydi. Öyle böyle derken alınan iş teklifi ve iki günde apar topar hazırlanıp teslim edilen evraklar... Şaka gibi hala.

Şimdi iyi kötü bir ev devşirilecek. Yeni işe, yeni düzene alışılacak. Kurallar bellenecek, kavranacak. Bir dünya yeni insan tanımaya çalışılacak; ev sahibi, yakın esnaf, konu komşu, mesai arkadaşları başta olmak üzere.

Üzerine kafa yoracağım çokça ciddi mesele olacak. Eften püften sıkılmaya, dertlenmeye vaktim olmayacak.

Uzun süredir istediyordum ya... İstediğim tam da böyle birşeydi.

16 Nisan 2010 Cuma

Özetin Özeti

"Hani yolu serbest bıraktık ya" dedi. Ne düşündü, bilemedim. Vurgusu, hayatın başka yere savura savura, paslaşarak dövmesineydi diye tahmin ettim.

İlave etti: "Sen denizden uzakken kıyıya ulaşmak için balığı elçi yapmışsın, ben deniz kenarından bozkıra varmak için çalıyı, dikeni" diye.

"Çalı da, diken de balığın çıktığı suyun kenarında" diyebildim, gayet cılız.

Sonra?

Yine bilemedim.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Bağyan Bakar Mısınız?

Şimdi Yürütülüyor: Fatih-Sinan Erkoç - Çoşacağım

Baştan kestirip atmazsın umarım. Oturalım, konuşalım, zaman paylaşalım. Sonra hiç acele etmeden uzun uzun düşünüp taşınalım. Olmadı, uyuşamadık dersin, anlaşamadık dersin. Afedersin demene bile gerek yok, başaramadık diye sana kızacak değilim. İstediğin zaman gidersin.

Vazgeçtim, gelişigüzel gelme bu sefer.
İzin ver,

İçim seni taammüden sevsin.

6 Nisan 2010 Salı

Maya Çalmada Yeni Usul Denemeleri

Madem burada pek de kalabalık değiliz, itirafta sakınca yok o halde. Kuruntularımla, sıkıntılarımla, arızalarımla pekala idare edip gidiyorum, şimdilik sıkıntı yok. Ancak daha "atak" bir adam olmak isterdim, orası kesin.

Daha öyle başa öyle tarakçı, daha ya herro ya merrocu bir adam olmak isterdim. Bunu yerli yersiz yapıyorum, kabul. O yüzden bir faydasını göremedim zaten. Ama zurnanın zırt dediği yerde, en bir lazımken bu tavır bana, Hababam Sınıfı'ndaki Çalışkan Ahmet'e dönüşüyorum. Gitti He-Man'ın atılganı, geldi titrek!

Düşünmeden yapılan, fevri, anlık çıkışlar olduklarındandı belki başarısızlıkları. Bu sefer o değil ama benim dediğim. Basbaya adamakıllı düşüne taşına karar verip uygulamaktan bahsediyorum. "Böyle de denedim, böyle de olmadı" deme hakkım mahfuz.

Evet... Bir de böyle deneyeyim.

2 Nisan 2010 Cuma

Kaç Wory Kaç!

Tebdil mekanın verdiği ferahlığın ömrü üç günmüş, onu anladım. Dönüp gelince her şeyin aynı, hatta eskisinden daha durağan olduğunu gören insanın "Haniyaa daa benim üç beş bidon benzinim" diyerek cinnete gelmemesi zor. İş diğer eldeki tokainin manyetosuna basmaya kalıyor.

Durağanlık tek başına büyük problem değil ama belirsizlikle birleşince bölüm sonu canavarından hallice oluyor. Gün içinde, saatler boyunca süren "belirsizlik - durağanlık" unvan maçının galibine göre o günkü haleti ruhiye şekilleniyor. Sakarlıklar, saçmalamalar, türlü mallıklarla da nüanslar belirginleşiyor.

Akvaryumunda eyleşen balık, ummanı hiç görmezse, dört duvar halinden daha az sıkıntı duyar herhalde. Birkaç saatliğine gözlerini açar da, tekrar karanlığa hapsedersen körü, o yılların razı gelmiş tevekkülünden eser kalmaz. Benimkisi de o hesap.

Arada bir kıyıya bir şişe vuruyor kıyıya ama içindeki not hep doktor yazısı. Okuyamıyorum şimdilik.

20 Mart 2010 Cumartesi

Oltalar Elimizde


Bilen bilir, balık tutmayı seviyorum. Gidiş dönüş yollarında türlü badireler atlatsam da, dizime kadar çamura batsam da, şakır şakır yağan yağmur dört saat tepemden geçse de, her hafta cumadan başlıyorum "pazara hava güzel olsa bari" diye dualar etmeye.

En sık sorulan soru; çıkan balık yeniyor mu? "Yemişim balığını" diyip kısa kesmek istesem de, el mecbur uzun uzun anlatıyorum: "Maksat balık yemek olsa, pazarda markette kasa kasa var. Bizim gayemiz, haftanın bir günü de olsa dört duvar içine kısmayalım. Gözümüz yeşil görsün, kulağımız su sesi duysun, ciğerimize oksijen, zihnimize muhabbet girsin" diye. Tuttuğumuz balıkları geri salıp geliyoruz zaten :)

Suda yüzen olta mantarının, yeryüzündeki en etkili narkotik olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu o mantara bakarken hiçbir şey düşünemiyorum da, durumu sonradan bu şekilde yorumuyorum. Ha tıkladı, ha yemi aldı, ha dibe batırdı derken hiçbir şey düşünemez oluyorum. Zaten istediğim de bu ya. Kafa geçici de olsa, 90'lık RAKS boş kaset gibi oluyor.

Meteorolojiye göre, yarın sürprize mahal yok. Hayat başka bir sürpriz yapmazsa, gayrıresmi olarak kapamadığımız av sezonunu yarın resmen açıyoruz. Bugünden alışverişimi yaptım. Yeni olta, yeni misina, mantarlar, iğneler hepsi tekmil hale geldi. Balık avında yeni uğurdur derler. Öyle umayım ben de.

Ne denir? Vira Bismillah :)

4 Mart 2010 Perşembe

Geri Yükleme Noktası

Yeni sayfa, yeni sayfa derken...
Kaldığım yerde araya ayraç koymayı unutuyorum ben.

Nerede kaldığını unutup her seferinde başa dön, her seferinde bir daha oku. Okuduğum kısımdan aklımda hiçbirşey kalmamış olacak ki, her seferinde biraz daha geriden alıyorum hatırlayabilmek için.

Yeminle iş değil!

17 Şubat 2010 Çarşamba

El Almaz

Eğer mabada güvenip el almaz dediysen, ona göre oynamalısın değil mi. Almayacaksın el falan. Hiç bilemedin, az almaya çalışacaksın ki, ceza hanen şişmesin.

Hem el almaz konuşup, hem koz oynunu gibi oynarsan ne olursun Worry? Yamulursun ister istemez. O kadar yamulduktan sonra geriye tek ihtimal kalır: "King" dersin, alrsın paşalar gibi 13 üzerinden 10, sıyırırsın.

King'lik el gelmezse zaten bundan sonra, şeker kartonundan yaz bozu çizdirmek lazım. Usta adam masada kendini ezdirmez neticede.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Bıraktım

Şimdi Yürütülüyor: Tanju Okan - Dostlarım

Her gün yazacak oluyordum, "bir hafta olsun hele" diye tutuyordum sonra kendimi. Evet, bir hafta önce sigarayı bıraktım ben. On iki yıl aralıksız günde 20 adet civarında sigara içtim ve bu ilk ciddi denemem.

Son sigara yasaklarından sonra, soğukta kapı önünde titreye titreye sigara içmek anlamsız gelmeye başlamıştı. Sabahları öksürükle uyanmaktan, elimde kalan o kötü kokudan, nefesimden tiksinmeye başlamam, bir de ekşisözlük ahalisinden Acemiyazar'ın telkinleri ve yüreklendirmesiyle [biraz da emrivakisiyle :)] Bismillah demiş oldum.

Evvela şunu söyleyeyim, tahmin ettiğimden çok daha az sıkıntı yaşadım. En korktuğum şey olan asabiyet hali yakınıma bile uğramadı. Yemeğe, abur cubura da saldırmadım, ama az biraz iştah açılıyor, o doğru.

En fazla sıkıntıyı ilk gün yaşadım. Periyodik sigara içme aralığında sürekli canım istedi. Canım istedikçe kendime oyalanacak, meşguliyet yaratacak bir uğraş buldum. Akşamında açılan biraların yanında ciddi bir irade savaşı verdim, söylemeliyim.

İkinci gün kendimden biraz daha emin yaklaştım konuya. Yemek üzerine, gelen her çayla kahveyle birlikte canım sigara istese de, ilk günden aldığım gazla kendimi tuttum. Bu arada kendimi berbat bir trafikle test etme olanağı da bulmuş oldum.

Üçüncü gün önümde daha büyük bir sınav vardı. Maç - alkol bir arada! 90 dakikalık maçta ortalama yarım paket sigara içtiğimi bilhassa belirtmeliyim. Arkadaşın sigarasından kaçamak alınan iki fırt dışında kazasız belasız atlattım, şükür. Onda da inceden midem bulandı ya, işte ona çok sevindim.

Dördüncü günden birinci haftanın sonunu idrak ettiğim şu dakikalara kadar hiç sıkıntım olmadı desem yeridir. Güle oynaya gidiyorum şimdilik.

Bu arada neler yaptım?

Tanıdığım, görüştüğüm herkese "bıraktım" diye söyledim. Twitter'dan, messenger'dan kendimi haddinden fazla reklam ettim. Ne kadar çok kişi bilirse, caymak o kadar zor olur, bağlayıcı olur diye düşündüm.

Sigarayı hatırlatacak şeylere inadına daha da yaklaştım. Çaydan, kahveden, alkolden kaçarak bırakmanın rasyonel bir yöntem olmadığını düşünüyorum zira.

Bu arada paket gündüz çantamda, gece masamın üstünde durdu. Neticede benim savaşım kendimle, tekel bayii ile değil. Paket gözümün önünde durdukça anlamsızlaştı, iyi de oldu.

Şunu söyleyeyim, bırakamam diye birşey yokmuş. Bu kadar sorunsuz olacağını bilsem on iki yıl beklemezdim kesinlikle. Odamın, işyerimin, arabamın havası değişti. Benim havam değişti daha önemlisi. Bir haftada yaşadığım pozitif etkileri, gelecek zamanlar için beni cesaretlendiriyor.

Kararlıyım,
Bıraktım!

31 Ocak 2010 Pazar

O an...

Şimdi Yürütülüyor: Mumbai Theme

"O an"da bu sefer Denizli'deyiz. hwinore' un objektifinden, "Aşk her yerde."

29 Ocak 2010 Cuma

Hoşgeldin

Hoşgeldin yeğen... Şimdiden.

28 Ocak 2010 Perşembe

Gelişigüzel, Gelişi Güzel

Şimdi Yürütülüyor: Black - Wonderful Life

Bunalmışken
daha fazla bunaltmaması, buz kesmişken ısıtması, kaskatıyken çözmesi değil.
Sürüsüyle sıkıntının içinde hoş bir hayal olması değil.

Elde hiçbir somut bulgu yokken umut, umut diye sarkılar söyleyerek, eksi bilmem kaç santigratta erik ağacına çiçek açtıran mevsimi getirmesi hiç değil.

Sadece,
Gelişigüzel gelişi güzeldi.

24 Ocak 2010 Pazar

Söylemek Lazım

Üniversitedeyken lise, çalışırken üniversite hayatının gördüğü hürmeti dokuz develi yörük beyi görmemiştir.

Beş yıldızlı tatil yapan emmi, onikinci omurunda sıkışma olmasa hala çadırın peşindedir. Saçları dökmüş göbekli abi hala lise sahasında estirdiği fırtınaları arıyor halı sahada. Adım atmaya mecali olmasa da, aklı hala iki sınıf üstleriyle oynadığı bahar turnuvasının final maçında attığı uçan kafada. Cebinde holdinge ait blackberry olan adam, mIRc'ta op olmak için attığı taklaları özlüyor. Müziği yemiş bitirmiş; makamı, usulü dört dörtlük özümsemiş arkadaşlar 90's partide Rober'le, Burak Kut'la şekilden şekile giriyor. İkinci Yeni' den ezberlemedik şiir bırakmayanlar, her edebi metinler dersi muhabbetinde "Alp er Tunga Sagusu" geyiği yaparken, Cemal Süreya okurkenki hallerinden daha çok eğleniyorlar. En baba rapper Mc. Hammer, en baba clubber Jean Michel Jarre dinlerken " vay be " diyor.
O halde bir sıkıntımız yok geçmişle!

Sıkıntımız, kendimizin geçmişteki gibi olamamasında.

Bir mola hareketi yapsam basketbol işaretiyle, son bir şans istesem son üçlük için.

Sonra o molada, can cananla bir olup bir şarkı çalıp söylese... Sonra oyun başlamasın anasını satayım bir daha, ben de o üçlüğü hiç denemeyeyim.

Ziyanı yok, ben o üçlüğü denemeyeyim de... Şaka maka, insan şarkı söylemeyi özlüyor be.

15 Ocak 2010 Cuma

Zihinde Umut Buğulama

Zihinde umut buğulamanın en güzel tarafı azar azar elimizde kalan malzemelerden yapabiliyor olmamız.

Öncelikle az kalmış umudu bir miktar hayalle, hayaller pembeleşinceye kadar kavuruyoruz. Hayallere bir çimdik sabır ekleyip bir tutam dayanma gücüyle beraber, bir hicaz şarkı süresince pişiriyoruz. Hicazla yatışan öfkemizi, tevekkülle terbiye edilmiş isyanımızla beraber harlı düşüncelerin ateşiyle birazcık yakıp, hazırladığımız karışıma ilave ediyoruz. Yeter miktarda alkolle; şiirlerle, şarkılarla tatlandıracağımız umut buğulamamız, uyumadan başında sabahlamanız halinde optimum lezzetine erişecektir.

Afiyet olsun.

Not: Tarif tek kişiliktir.